İSTANBUL (AA) – ENES TAHA ERSEN – Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Sayar, son dönemde artan yabancı karşıtlığında empati yoksunluğuyla sığınmacıların medyadaki olumsuz tasvirlerinin etkili olduğunu kaydetti.
Sayar, AA muhabirine, yabancı karşıtlığının artışındaki sebeplerle yabancı düşmanlığına karşı alınması gereken bireysel ve toplumsal önlemlere ilişkin değerlendirmede bulundu.
Yabancılara yönelik karşıtlık hissinin veya düşmanlık beslemenin ayrımcılığın bir türü olduğunu belirten Sayar, “biz ve onlar” olarak ayrılan toplulukların yabancılara karşı kendini üstün olarak gördüğünü, bu hissin de hastalıklı bir ruh hali veya düşünce biçimi olduğunu söyledi.
Yabancılara yönelik düşmanca yaklaşımın şiddete dönüşebildiğini dile getiren Sayar, “Ayrımcılık durduğu yerde durmaz ve şiddete giden bir yol her zaman vardır. Çünkü kötü olan ‘onlar’ gelip benim canımı yakmadan önce ben gidip onların canını yakmalıyım diye düşünür ayrımcı zihniyetteki kişi ve onların üzerinde şiddeti meşru görebilir zihninde. O yüzden ayrımcılık herkesin farkında olması gereken, bizden ayrı saydığımıza da hürmet etmemizi hatırlatan bir ruh halidir. Görüldüğü yerde onunla mücadele edilmelidir.” diye konuştu.
– Yabancı düşmanlığının ardındaki sebepler
Sayar, bugün dünya gündeminde sığınmacıları hedef alan söylemlerin aslında tarihin farklı zamanlarında de özellikle buhran dönemlerinde veya bir toplumda işler iyi gitmediği zamanlarda ortaya çıktığını kaydederek, toplumun en zayıf parçasının yine toplum veya siyaset eliyle hedef tahtasına oturtulduğunu, bugün ise bu hedef tahtasına yabancıların konulduğunu belirtti.
Yabancı düşmanlığının ardında pek çok sebebin olabileceğine vurgu yapan Sayar, şöyle devam etti:
“Kendini emniyetsiz hisseden biri, kolaylıkla mutlakçı ideolojilere sığınabilir. Modern hayatın içerisinde, kendi hayatını önemsiz gören ve kendi hayatının silikleştiğini fark eden insan daha mutlakçı bir biçimde, dünyayı iyiler ve kötüler ekseninde tarif eder. 'Biz ve onlar' diyen kaba ideolojilere çok kolaylıkla gönül indirebilir. Toplumsal sebepler de caridir. İnsan tekilinin, kendini daha önemli hissedebilmek için daha geniş bir kütleye kendi gövdesini, kendi ruhunu yaslayarak kendini mutlu hissetmek istemesi de çok anlaşılabilir bir durumdur.” ifadelerini kullandı.
Yabancı düşmanlığı ve yabancılara yönelik ayrımcılığın ardındaki önemli etkenlerden birinin de kişilerin kendine ve topluma yönelik hak ve sorumluluklarını unutması, bunları es geçmesi olduğuna vurgu yapan Sayar, günümüzde insanların toplumsallıktan çok bireysel ve münhasırlığa yöneldiğini, ben merkezli bir yaşam anlayışını tercih ettiğini kaydetti.
Bu durumun zaman zaman karşıdaki “yabancı olan” kişinin yaşama hakkına mani olmaya kadar vardığına vurgu yapan Sayar, şöyle konuştu:
“Modern toplum, hak ve sorumluluklarla ilgili tartışmada sorumluluk kısmını çoğu zaman es geçiyor ve hakları öne çıkarıyor. Her birimizin birey olarak doğuştan getirdiği hakları var. Haysiyet bunlardan bir tanesidir. Her birimiz insan olarak saygı duyulmayı, insan olarak hürmet edilmeyi hak ediyoruz. Ama sorumluluklarımız da var ötekine karşı. Bir başkasını, insan kardeşini rahat ettirmeye yönelik sorumluluklar. Sorumlulukların en başında gideni de yabancıya, benden farklı düşünen kişiye karşı hürmettir. Onun var olma hakkına saygıdır. Günümüzde maalesef sadece hak eksenli anlayış, insanların sorumluluklarını görmezden geldiği için bir başkasının benim hakkıma kolaylıkla mütecaviz olduğu gibi bir yanılsamaya yol açıyor.”
– Medya etkisi
Kemal Sayar, yabancı düşmanlığı artıran sebeplerin arasında medyanın da rolünün bulunduğunu, yazılı veya görsel basında çıkan sığınmacıları karalayıcı haberlerin toplumda öfkeye neden olduğunu bu haberlerin ardından zaman zaman infiale varan olayların yaşandığını anlattı.
Medyada çıkan haberlerin çoğunlukla yanıltıcı veya doğruluğu şüpheli olan ifadelerden oluştuğuna dikkati çeken Sayar, “Medya kuruluşlarının yabancı düşmanlığı konusunda fevkalade duyarlı davranması gerekir. Çünkü kötü haber günümüzde ışık hızıyla yayılıyor. Her birimiz kendi ön kabullerimizi besleyen haberlere inanmaya meyilliyiz. Buna teyit ön yargısı deniliyor psikolojide. Bir kötü haber benim dünya görüşümü teyit ediyorsa, doğru olmaksızın o habere inanabiliyorum teyit etme ihtiyacı duymadan. Bu da kolaylıkla kitlelere karşı galeyana dönüşebiliyor, kitlesel linçlere dönüşebiliyor.” değerlendirmesini yaptı.
– Yabancı düşmanlığıyla mücadele
Yalnızca yabancı düşmanlığı değil, özellikle medyadaki dezenformatif bilgilerin yayılması konusunda, yetkili mercilerin ciddi yaptırım uygulamalarını hayata geçirmesi gerektiğini belirten Sayar, “Bütün bunların çok ağır yaptırımları olması gerekiyor. Halkı nefrete, öfkeye ve şiddete tahrik eden her türlü yayının çok ciddi cezai yaptırıma tabi tutulması gerekir. Çünkü linç kalabalığının aklı yoktur, sadece öfkesi vardır. O öfke sağduyuyu tamamen iptal eder ve orada kimin canının yanacağını kimse önden bilemez.” dedi.
Yabancı düşmanlığının ortadan kaldırılması yönünde bireysel ve toplumsal pek çok yöntemin bulunduğunu ifade eden Sayar, her şeyin başında merhametli olmak ve empati kurmanın olduğunu, karşıdaki kişinin koşullarını anlamadan, dinlemeden nefret beslemenin ön yargı doğurduğunu ifade etti.
Sayar, şunları söyledi:
“Her birimizin bu dünyada zorluklardan geçebileceğimizi, her birimizin yurtsuz kalabileceğimizi, her birimiz pek çok acıyla sınanabileceğimizi unutmadan göçmenlerle zihinsel diyalog kurmalı, empati geliştirmeliyiz. Ben buna sosyal empati diyorum. Sosyal empati şu demektir, eğer ben onun yerinde olsaydım ne hissederdim, ben onların grubunun yerinde olsam ne hissederdim, ne yaşardım, eğer ben vatanımı terk etmek zorunda kalsaydım, sürgün edilseydim bütün varlığımı orada bırakarak başka bir ülkeye göç etmek durumunda kalsaydım acaba ben ne hissediyor olurdu mu düşünmek demektir. Her birimiz bu soruyu sorarak aslında bir empati devrimi, merhamet devrimini kendi içimizde gerçekleştirmeliyiz.”
“Her birimiz kendi köşemizde bizden daha dezavantajlı olarak gördüğümüz insanlarla bir empati denemesine girebiliriz.” diyen Sayar, sözlerini şöyle tamamladı:
“Onun gibi olsam ne olurdu acaba diye düşünebiliriz. Benim yıllar önce dinlediğim bir Alman sosyolog, bir Türk kadınının kılığına girerek iş başvurusunda bulunmuş, oradaki deneyimlerini bilimsel bir tez haline getirip sunmuştu.Biz de onların hikayelerine ortak olarak toplumda daha güçsüz saydığımız insanların hikayelerini dinlemeli, onları içimize buyur etmeliyiz. Önce anlamayı ve dinlemeyi öncelemeliyiz. Çünkü hikayesini işittiğimiz birine kolay kolay düşmanlık yapamayız. Bütün mesele aslında hikayelere kulaklarımızı tıkamakta. O insan sadece bir göçmen değil, o insan bir anne, bir baba, savaşta yakınlarını, çocuklarını yitirmiş bir insan, savaş travması yaşamış bir insan. Acaba onun gibi olsam ben nasıl davranırdım bu soruyu sorarsak doğru bir yerden başlamışız demektir”
(Haber Ajansı)
İlk yorum yapan siz olun